1 Mayıs 2009 Cuma

DANTON: “BİR ADALET PARODİSİ”


(DEVRİM SATÜRN GİBİDİR; SÜREKLİ OLARAK KENDİ EVLATLARINI YER)
Yönetmen :
Andrzej WAJDA
Oyuncular :Gerard DEPARDIEU (Danton), Wojciech PSZONIAK(Robespierre)
Rokand BLANCHE, Partice CHEREAU, Emmanuelle DEBEVER, Krzysztof GLOBISZ, Ronald GUTTMAN, Gerard HARDY, Tadeusz HUK
Oscar ödüllü Polonya’lı yönetmen Wajda’nın en önemli filmlerinden birisi Danton. Film ise İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) tarafından en iyi yabancı film ödülüne layık görülmüş.
Yönetmen filmiyle ilgili röportajlarda bir doğu-batı denklemi kuruyor ve Danton’un batı’yı, Robespierre’in ise doğuyu temsil ettiğini söylüyor. Ona göre eşitlik, adalet, özgürlük kavramları batıyla bütünleşmiş kavramlar doğu ise bunların tam tersini ifade ediyor. Ancak film dikkatle izlendiğinde iyi olarak tasnif edilen Danton ve arkadaşlarının aslında kötülerle pek çok ortak yanının olduğu da ortaya çıkıyor. Yönetmen muhtemelen ideolojik veya dini duruşuyla ilgili kaygılarını yansıtıyor röportaja ve kendince denklemini film üzerinde sağlamaya çalışıyor.
Yönetmen film üzerinde ustalıklı sahneler inşa etmiş ancak bu inşada Gerard Depardieu’nun katkısını unutmamak gerekiyor. O yüzden film için yönetmenin yanı sıra bir Gerard Depardieu filmi demek çokta yanlış olmaz. Ve fakat seslendirmenin çok kötü olduğunu ve bazı sahnelerde iğrendirdiğini de göz önüne alarak orijinal sesinden altyazılı olarak izlenmesini tavsiye edebilirim.
Film, 1789 ihtilalinin üzerinden birkaç yıl geçmesiyle başlıyor. Danton ve Robespierre devrimi gerçekleştirmiş iki kahramanken devrim ile devrimin ilkeleri arasındaki tercihte yolları ayrılıyor. Danton bu ayrışmada gönüllü bir sürgünü tercih ederek Paris’ten ayrılıyor ve film Danton’un bu gönüllü sürgünden Paris’e dönmesi ve bundan sonraki süreci ele alıyor.
Danton’un sürgünde geçirdiği birkaç yıl içerisinde Paris’te çok şey değişmiştir. Devrim, devrimin ilkelerinin önüne geçmiş, devrim komitesi iktidarını muhafaza edebilmek için tehdit ve tehlike olarak gördüğü herkesi giyotine göndermektedir. Yargının, hukukun ayaklar altına alındığı, basının sürekli kontrol altında tutulduğu sokakta despotizmin ve gizli polisin cirit attığı bu dönemde Danton aslında ölümü göze alarak yurttaşlarına ve devrim komitesine devrimin ilkelerini yeniden hatırlatmayı istemektedir.
Devrim komitesinin ve Robespierre’nin despotizmi ayakta tutmaları içinde her zaman bir gerekçe vardır ve bu gerekçe tarih boyunca bütün toplumlarda karşılık bulmuştur: “ülke çıkarları”, “devrimin yaşaması”, “vatan sevgisi”
Oysa bu kavramlar arkasında korunan aslında devrimin de, ülkenin de, toprakların da önüne geçmiş olan kişisel iktidardır.
Devrim komitesi gücünü ispat etmek, halka hissettirmek ve tehditleri bertaraf edebilmek için güçlü bir gizli polis teşkilatı kurmuştur. Gizli polis yakaladıklarının boynunu yargısız giyotinin dudakları ile öpüştürmektedir. Bu o kadar vaka-i adiyedir ki ekmek kuyruğunda karnesi kontrol edilmek istenilen bir kadın bile giyotinle tanıştırılmaktan korkmaktadır.
Filmin hemen girişinde Robespierre iyice hasta olarak görülür. Bu yönetmenin seçtiği bir kurgudur zira Robespierre iktidarı temsil etmektedir ve asıl hasta olan rejimdir. Özel hayatında hasta olmasına ve ayakta bile zor durabilmesine rağmen kongreye giderken makyajla imaj tazelenmekte, kamuoyuna farklı bir görüntü sunulmaktadır.
Danton Paris’e dönerken aslında sonunun ne olacağını bilmektedir. Şehir meydanındaki giyotini görmesi başına gelecekleri tahmin etmesini sağlar. Ancak; Danton kendi ölümünün yurttaşlarının uyanışına vesile olacağını düşünmektedir ve bu uyanış, diriliş için bedel ödemeye razıdır. Muhaliflerin, halkı isyan ettirerek kongreyi basması fikrini, devrim komitesinin yakalanarak cezalandırılması taleplerini, silahlı bir başkaldırı teklifini bu nedenle hep reddeder. O kanla olacak bir devrimin Robespierre’nin vücudunda şekil bulan devrimle aynı sonuca ulaşacağını ve yozlaşacağını düşünmektedir.
Devrim komitesi Danton’un döndüğünü öğrenir öğrenmez infaz kararını almak ister. Robespierre ise başta Danton’un devrime katkıları nedeniyle ve halk nezdindeki teveccühü nedeniyle ondan uzak durmak ama etrafındaki muhalifleri saf dışı etmek istemektedir. Aslında korkmaktadır, çünkü o bir halk kahramanıdır ve halktan korkmaktadır.
Filme yönetmenin ustalıkla çektiği sahneler damgasını vurmaktadır. Bunlardan bir tanesi Danton ve Robespierre’nin otelde buluşma sahnesidir. Danton baskın bir karakter olarak Robespierre’in kadehini tamamen doldurur. Çünkü o’nun zor durumda kaldığını, kadehteki şarabı döktüğünü görmek istemektedir. Bu aslında kontrolün kendinde olduğunu ve kazananın kendisi olduğunu/olacağını karşısındakine kabul ettirme çabasıdır.
Yine buluşma sahnesinde Danton’un Bruno’ya bütün odaların boşaltılması talimatı vermesi de yönetmenin doğu-batı denklemini tamamen yıkmaktadır. Bruno oteli zevkle boşaltacağını söyler ve bir puro yakar o sırada suratında iktidar sahibi olmanın, güçlü olmanın verdiği çirkin bir sırıtma vardır ve bütün odalara teker teker girerek içeridekileri tekme tokat dışarı atar.
Aslında Danton’un arkadaşları da Robespierre’in kabinesindekilerden farklı değildir. Tek fark durdukları yerdir. Danton iktidar’da olduğunda etrafındakiler iktidar adına Robespierre’in yaptıklarından başka bir şey yapacak değildir!
Bu buluşma Danton’un sonunu getirecek buluşmadır, çünkü O teslim olmamıştır. Buradan sonra bir “Adalet parodisi” başlar.
Kongre üyelerinin Danton ve arkadaşlarının tutuklanması üzerine sergilediği tepki ve bu tepkiye Robespierre’in kürsüden verdiği karşılık dikkat çekici bir vücut dilini ortaya çıkarır. Robespierre kürsü yüksek olmamasına rağmen ve boyu kısa olmadığı halde parmak uçlarında yükselerek konuşmaktadır. Çünkü korkmaktadır! Bundan sonra Danton’un en yakın arkadaşları satın alınmaya çalışılır ve bunda yeterince başarılı da olunur. Yan yana yürüdüğü arkadaşları Danton aleyhine kongrede konuşarak hayatlarını kurtarırlar ve daha da vahimi imzaladıkları ifadeler ile mahkemede söz hakkının alınmasına da neden olurlar.
Mahkeme boyunca Danton ve arkadaşlarının kalpazanlarla, hırsızlarla birlikte mahkeme edilmeleri, güvenilir mahkeme üyesi bulunamadığı için üye sayısının 12’den 7’ye indirilmesi, gazetecilerin not almasının engellenmesi ve mahkeme başkanının satın alınarak ilk celsede idam karının alınmak istenmesi bu parodinin önemli noktalarıdır.
Filmin önemli vurgularından biri ise dezenformasyonun halk kitleleri üzerinde etkisini göstermesidir. Başta sürekli arkasında hissettiği halk desteğini kaybetmiştir Danton. Son duruşma boş salonda yapılır ve artık “Danton’a ölüm” diye bağıran hatırı sayılır bir kalabalık vardır.
Danton ve arkadaşları giyotinle idam edildiklerinde idamı izleyen halktan kimse itiraz etmez ve en küçük bir tepki yükselmez. İdamı Robespierre’e haber verirken halkın tepkisiz kaldığı özellikle vurgulanmaktadır ve idamdan çok halkın tepkisizliği önemsenmektedir. Çünkü idam gerçekleşene kadar halktan korkulmaktadır.
Robespierre/rejim hasta yatağındadır ve ölümünü bir süre daha ertelemiştir. Sadece bir süre daha ertelemiştir!
Danton’da karşımıza çıkan konu 1794’te geçmiş olmasının ötesinde bir genellik ihtiva eder. Dünyanın pek çok yerinde iktidar sahiplerinin ilkelerini bir kenara bırakarak ve vatan millet Sakarya üzerine nasıl bir iktidar kurduğunu hepimiz gözlemlemişizdir. Gerektiğinde bu iktidarı korumak adına darbe yapmak, darbe sürecinde insanları satın almak, satın alınmayanları idam etmek, sorgulanmamak ve hesap vermemek bu toprakların çokta yabancı olduğu şeyler değil.
Film kahramanlarını günümüze uyarlayacak olsak onlarca Robespierre, onlarca polis şefi, onlarca mahkeme başkanı sayabiliriz. Ancak bu ülkede Danton kimdir dediğimizde bir karşılığı yoktur. Çünkü kurtarıcı olarak gördüklerimiz, kendi iktidarlarını kurmak temelinde mücadele etmektedir. Ölmeden önce elde edilecek bir zafer ve ölmeden önce nimetlenilecek bir iktidardır çakma Danton’ların hayali.
Oysa filmde Danton en başından itibaren ölüme gittiğini bilmektedir. Ve ölümünün kendisinden sonra bir dönüşüme neden olacağını düşünmektedir.
Ölümü göze alan ve kendi ölümünden sonra yeşermesi beklenilen bir direniş bu topraklarda yer bulamamıştır. O yüzden sıklıkla muhtıralar ve darbeler yaşamaktadır bu ülke…
Film boyunca pek çok yaldızlı cümle kurmuştur Danton. Bunlardan en güzeli ile bitirelim:
“Şanlı mahkeme! Hırsızların yuvası, şantajcıların, pezevenklerin ocağı! Sana tek bir şey söyleyeceğim. Sen tükürmeye bile değmezsin!”
Üstün bol


Basın Açıklaması

01.05.2009


Geçtiğimiz günlerde Ankara Üniversitesinde afiş asma yüzünden çıkan kavga sonucunda derneğimizin adı etrafında kimi çevrelerce hak etmediği değerlendirmeler yapılmaktadır.
MAZLUMDER kurulduğu 1991 yılından bu yana şiddetle yan yana durmamış, şiddeti kutsamamış, şiddeti bir metot olarak kullanmamış ve kullananlarla yan yana gelmemeye dikkat etmiştir.

MAZLUMDER bireysel silahlanmaya karşıdır ve şiddetin her türüne karşı olduğu gibi silahlı olanını da reddeder.

Üniversiteleri özgür düşüncenin yuvası olarak görür ve kurusıkı dahi olsa üniversitelere silahla girilmesini tasvip etmez.

Bununla birlikte üniversitelerin kimi ideolojik guruplar tarafından parsellenmesinin, kendisi gibi olmayan ve düşünmeyenlerin aşağılanmasının, ötekilerin faaliyet yapması ve bunu duyurmasının engellenmesinin sorgulanması gerekmektedir.

MAZLUMDER bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da yaşanan hak ihlallerine karşı hukuk kuralları çerçevesinde mücadele edecektir.

Mazluma kimliğini sormadan, hangi düşünce, inanç, etnik gruba dahil olursa olsun hakkını koruması, hukukun egemen olması ve adaletin sağlanması mücadelesine devam edecektir.

Saygıyla duyurulur.

MAZLUMDER Ankara Şube Başkanı

Üstün BOL

27 Nisan 2009 Pazartesi

Karşı Muhtıra...


TARIH: 27 Nisan 2007
NO : BA - 08 / 07

Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta millet egemenliği ilkesi olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, uzun yıllardır devam eden bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir. Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden devletimizin bağımsızlığı ile milletimizin birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli ve dini bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.
Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini ve milli duygularını istismar etmekten çekinmemekte, milletimize açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabaları laiklik ve Atatürkçülük kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Özellikle kadınların, küçük çocukların ve militarist “memur”ların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır.
Bu bağlamda;
Cumhuriyet mitingleri adı altında ülkemizin birçok merkezinde prokovatif mitingler tertip edildiği, ancak duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu faaliyetlerin amaçlarına ulaşamadan söndüğü görülmüştür.
Başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere farklı tarihlerde tertip edilen mitinglerde Antalya, Aydın, Muğla, Mersin ve Çanakkale illerinden bazı grupların katılımı ile sivil toplum örgütü adı altında kadınlar ve çocuklardan oluşan bir koroya çeşitli marşlar okutulmuş, bu sırada Lenin ve Stalin fotoğrafları açılarak mitingleri tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur.
Ayrıca, ülkemizin pek çok üniversitesinde akademik personele bazı “rektör” isimli memurlar tarafından özgürlüklerin engellenmesi konulu brifinglere katılım emri verildiği, sivil toplum örgütü adı altında silah üzerine yemin ederek tarikatvari bir yapılanmaya gidildiği, bu yapılanmanın silahlı örgüt kurarak kendi kabilesinden olmayanları yıldırmaya çalıştığı, kendisi gibi düşünmeyenleri aşağıladığı ve yine başka yapılanmaların sivil iradeyi yok etmek ve kendi sığ düşüncelerini cebren ve hile ile kamuoyunda kabul ettirmeye çalıştığı bu amaca ilişkin olarak çobanların aşağılandığı, mankenlerin, zenginlerin, gazete patronlarının ve kamu otoritesinde yıllardır bir yerleri işgal eden İT (ittihat ve terakki) çevresinin oylarının birden fazla kabul edilmesi gerektiğini savundukları yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir.
Anılan faaliyetlerin önemli bir kısmının bu tür olaylara müdahale etmesi ve engel olması gereken mülki makamların müsaadesi ile ve bilgisi dahilinde yapılmış olması meseleyi daha da vahim hale getirmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Cumhuriyet karşıtı olan ve devletimizin temel niteliklerini aşındırmaktan başka amaç taşımayan bu çalışmalar, son günlerdeki bazı gelişmeler ve söylemlerden de cesaret almakta ve faaliyetlerinin kapsamını genişletmektedir.
Bölgemizdeki gelişmeler, laiklik ile oynamanın ve laikliğin siyasi bir söyleme ve amaca alet edilmesinin yol açabileceği felaketlerin ibret alınması gereken örnekleri ile doludur. Laikliğin üzerine yüklenmeye çalışılan siyasi bir söylem veya ideolojinin laikliği ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, ülkemizde ve ülke dışında görülebilmektedir. Ergenekon soruşturmasında ortaya çıkan olayın bunun çarpıcı bir örneği olduğu ifade edilebilir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin çağdaş bir demokrasi olarak, huzur ve istikrar içinde yaşamasının tek şartının, devletin Anayasamızda belirlenmiş olan temel niteliklerine ve millet egemenliğine sahip çıkmaktan geçtiği şüphesizdir.
Bu tür davranış ve uygulamaların, Sn. Cumhurbaşkanımızın ve Sn. Başbakanımızın defaatle ifade ettikleri gibi “bir özgürlük rejimi olan cumhuriyete sözde de, özde de bağlı olmak ve bunu davranışlarına yansıtmak” ilkesi ile tamamen çeliştiği ve Anayasanın temel nitelikleri ile hükümlerini ihlal ettiği açık bir gerçektir.
Son günlerde, Sivil Anayasa sürecinde öne çıkan sorun, özgürlüklerin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türkiyeli siviller tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türkiyeli siviller bu tartışmalarda taraftır ve özgürlüklerin sarsılmaz savunucusudur. Ayrıca Türkiyeli siviller yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, Türkiyeli siviller gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.
Özetle özgür ve millet egemenliğine dayalı bir ülkede barışça yaşama anlayışına karşı çıkan herkes Türkiyeli sivillerin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.
Türkiyeli siviller, bu niteliklerin korunması için kendisine vicdanı tarafından verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.
Bütün darbecilere duyurulur.


MAZLUMDER Ankara Şube Başkanı
Üstün BOL


26 Nisan 2009 Pazar

Cumhuriyete mi? Ergenekon'a mı Sahip Çıkacaklar?

25.04.2009
Değerli katılımcılar,
Birinci tur cumhuriyet mitinglerinin organizatörleri, bu mitinglerin ikinci turunu 17 Mayıstan itibaren başlatacakları haberini yayıyorlar.

İlki iki yıl önce 27 Nisanda e-muhtıranın açıklanmasından sonra başlatılan cumhuriyet mitingleri birtakım karar alma mekanizmalarını, halkın seçimlerini etkilemek maksadıyla yapılmış ancak sonuç pek de düşünüldüğü gibi olmamıştı. Vatandaşlar arasında gerilim yaratmak, insanları din, sınıf ayrımı güderek birbirine düşürmeye çalışmak, askeri bir darbeye zemin hazırlamak mitinglerin hedefleri arasındaydı ve bu hedeflere neredeyse ulaşılıyordu. Ancak bu mitinglerin ardından insanlarımızın çoğu her türlü baskı ve yönlendirmeye rağmen 70’lerde kendisine kurulan tuzaklara yeniden düşmemek için oldukça özenli davranarak demokrasi, fikir ve inanç özgürlüğü, birbirlerinin inançlarına saygı duyma gibi hasletlerinin ne kadar geliştiğini gösterdi. Üstelik bu mitingler düzenlenirken Ergenekon diye bir örgütün varlığı ortaya çıkmamış, örgütün kadroları, silah depoları, darbe planları kamuoyuna bu kadar geniş çaplı malum olmamıştı.

Biraz önce söylediğimiz gibi cumhuriyet mitingi organizatörleri ikinci dalgayı 17 Mayıs’ta başlatacaklarmış. Başlangıç için Danıştay’a düzenlenen provokatif ve kanlı saldırının yıldönümünün seçilmesi de ilginç. Çünkü geçtiğimiz günlerde Danıştay saldırısının görüldüğü dava her türlü şova rağmen Ergenekon dosyasıyla birleştirildi. Daha önce halkın seçimlerini değiştirmek hedefken yeni miting dalgası yargıyı etkilemeyi başlıca amaç edindi galiba. Ya da belki mitinglerin arkasına saklanarak zincirin henüz ortaya çıkarılmamış halkaları gözden kaçırılmak isteniyor.

İki yıllık sürece şöyle bir bakacak olursak, cumhuriyet mitinglerinde mikrofonu kimselere kaptırmadan aşk ve şevk ile darbe çağrısı yapanlar bugün gözaltında. “Allahımızı çaldılar” diye meydanları inletip “temsili” başörtülü kadınların başörtülerini kürsülerde şov yaparak açanlar bugün gözaltında. İnsanları cumhuriyetin, laikliğin elden gittiği yönünde paniğe itenler bugün gözaltında. Üstelik gözaltındaki bu kişilerin, meydanlara toplamak için bin bir çaba sarf edip reklam kampanyaları yürüttüğü bunca insan üzerinde toplumsal dehşet yaratacak eylemler planladıkları iddiaları ortaya çıktı.

Netice-i kelam, bu süreçten sonraki cumhuriyet mitinglerine katılacak insanların laikliğin, cumhuriyetin kazanımlarını muhafaza edebilmek kaygısıyla meydanlara döküldüğüne inanmak çok zordur. Bu mitinglere katılacak insanlar aslında, yıllardır hemen her kesimin rahatsız olduğu, şimdilerde “Ergenekon” soruşturmasıyla özdeşleştirilen “derin devlet”in devam etmesini isteyecektir. Yani bundan sonra cumhuriyet mitingleri adı altında meydanlara inenler cumhuriyete değil, Ergenekon’a sahip çıkacaklar.

Bu arada 23 Nisan’da Hakkâri’de güvenlik güçlerine taş atan bir çocuğun bir güvenlik mensubu tarafından silah dipçiğiyle dövülmesi tüm Türkiye’yi üzmüştür. Tahriklerin boyutu her ne olursa olsun devlete ve devletin güvenlik güçlerine yakışan itidalli, sabırlı, sağduyulu davranmaktır. Aynı şekilde çocuğuyla, büyüğüyle göstericilerin de barışçıl gösteri hakkını kullanması gerekir. Göstericiler de barışı ve huzuru sabote eden hareketlerden kaçınmalarıdır. Anne babalar bu durumdan mesuldür. Fakat ne olursa olsun devlet yapısı gereği sahip olduğu dengelenemez gücü itinayla ve büyük bir hoşgörüyle kullanmalıdır.

Son olarak biz bugün Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu olarak 169. açıklamamızı yaparken Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu eylemlerinde 4. yıllarını bitirip 5. yıla giriyor. Kocaeli’ne bugün yapacakları özgürlük yürüyüşünde katılmak üzere Ankara’dan bir heyetle birlikte sevgi ve selamlarımızı da gönderdik. Bütün Türkiye’deki inanç özgürlüğü platformları olarak hak, adalet ve inanç yoluna düşen gölgelere karşı mücadele etmek amacıyla çıktığımız bu yolda kararlı adımlarla yürümeye devam edeceğiz.

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu Adına
MAZLUMDER Ankara Şube Başkan Yardımcısı Esra Duru